On yedi yıl önce, Downing Sokağındaki başbakanlık ofisi ve konutunda Sir Winston ve Lady Churchill ile bir öğle yemeği yemiştik. Günlerden Çarşamba, hükümetin gelecek yılın bütçesini açıklayacağı gündü (Budget Day). Bu nedenle de Başbakan kısa zaman sonra Avam Kamarasına gitmek üzere evden ayrılacaktı. Sadece üç kişi olduğumuz için öğle yemeğimiz ikinci kattaki özel dairede servis edildi; kahvelerimizi St. James Park’ına bakan ve koltukları pastel renkli çiçekli kumaşlarla kaplanmış olan büyük bir odada içtik. Çeşitli konularda, özellikle de Lizbon Bakanlar toplantısında alınan karar doğrultusunda Atlantik İttifakı’nın reformu üzerinde konuştuk. Mevcut askerȋ yapının yanı sıra bir de geniş kapsamlı sivil örgüt kurulacaktı. Paris’te başında bir Genel Sekreterin bulunacağı bir Konsey kurulacak ve kendisi yeni Konsey’e hizmet verecek uluslararası bir sekretaryanın başkanlığını yapacaktı. Aynı gün öğleden sonra, bu öğle yemeğini takiben, Lizbon kararlarının ayrıntılarını belirlemek üzere çalışmaya başlayacaktık.

Bizden ayrılmadan önce Sir Winston sözlerine adeta bir kehanet dokunuşu veren ve babacanlığını gizleyen ciddiyeti ile ve o kendine has engin duyarlılık ve mizah karışımı tarzıyla “Şu sizin Konseye git ve onlara sağ kolum Lord Ismay’i vereceğimi ve onlara bundan daha iyi bir hediye veya daha iyi bir adam veremeyeceğimi söyle” dedi. İlk NATO Genel Sekreterinin kim olacağını da böyle öğrendik.

İşlerin bu noktaya kadar gelmesi öyle kolay olmadı. Diplomaside işler tam anlamıyla gerçekleşmeden pek göze çarpmaz; o zamana kadar da pek olası değil gibi görülür. 1949 yılında kurulan Atlantik İttifakının zaten bir örgütü vardı. Ancak bu örgüt, her an olabilecek ve görünüşe göre hiçbir şekilde kontrol altına alınamayacak olası bir Sovyet saldırısının gölgesinde alelacele oluşturulmuştu. O tarihte Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Bay Acheson’ın bir Bakanlar toplantısında SSCB’nin egemen devlet perdesi arkasına saklanarak dünya çapında bir komployu temsil etmekte bir hayli yol aldığını söylemesi de bu tarihtedir.

Bu komployla baş etmek için ilk önce askerȋ savunmamızı ele aldık. General Eisenhower ile temasa geçtik. Önce tereddüt etti. Özgür dünya çok zor bir dönem geçirmekte olduğundan başarı şansının yüksek olmasını istiyordu. Ancak önerimizi kabul etikten sonra eski silah arkadaşlarını topladı. Aralarında Brüksel Antlaşması çerçevesinde ortaya çıkan askerȋ örgütü beraberinde getiren Mareşal Montgomery de bulunuyordu.

İttifak Hükümetleri birincil görevi bu çalışmaları yürütmek olan bu muhteşem gruba destek olmak üzere bir Bakan Vekilleri Komitesi kurmuştu. Bu Komitenin görevi seyrek yapılan Bakanlar Toplantılarına katılarak Batı’nın varlığını sürdürmek için şart olan kuvvetleri toplamaktı.

Bu Bakan Vekilleri Komitesinin genel merkezi Londra’da, Belgrave Meydanı’ndaki büyük evlerden birindeydi. İttifak’ın askerȋ örgütünün genel karargâhı Avrupa kıtasında, Versailles yakınlarında bulunuyordu. Başında daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı olacak muzaffer komutanın bulunduğu bu heybetli yapı ile karşılaştırıldığında. Vekiller Komitesi oldukça hafif kalıyordu. Bu Komitenin sorumlulukları çok net değildi ve zaman zaman hangi bakanın sorumluluğu altına gireceği karışıklık yaratıyordu. Uluslararası askerȋ yetkililer Savunma Bakanlarının işleri ile uğraşmayı zaman kaybı olarak görüyorlardı. İşler iyi gittiği zaman sorun yoktu; ama işler kötü giderse Komite suçlanıyordu. Bu Komitenin her bir bakanın vekili dışında idari görevleri yoktu ki bu da pek fazla bir şey ifade etmiyordu. O tarihlerde İttifak on iki üyeden oluşuyordu. Yunanistan ve Türkiye 1952’de Lizbon Bakanlar Toplantısında, Almanya ise 1995’te İttifak’a katıldı. Bazı ülkeler Vekiller Komitesi nezdinde Londra’daki büyükelçileri tarafından, bazıları da başkentlerinden gönderilen yetkililer tarafından temsil ediliyorlardı. Belçika’yı temsilen ben de bu gruptaydım. Günlerim Brüksel, Londra ve Paris arasında mekik dokumakla geçiyordu zira aynı zamanda bir Avrupa ordusu kurulması ile ilgili konferansta Belçika delegasyonunun da başındaydım. İki yıl içinde bu üç şehir arasında 132 kez gidip geldim. Zaman ve olayların yarattığı baskı daima mevcuttu.

Her şeye rağmen Vekiller Komitesi son derece değerli bir görevi başardı. Mevcut imkânların yetersizliğine rağmen veya belki bu nedenle; üstlendikleri eşi görülmemiş göreve olan deneme-yanılma yaklaşımlarına rağmen veya belki de bundan dolayı komitenin üyeleri belki de gelecekte bir gün bütün çabalarına değdiğini kanıtlayacak bir heyecan ve inanç içinde çalıştılar. Komitede başkanlık görevini yürüten görmüş geçirmiş, yorulmak bilmeyen ve geniş bir vizyona sahip azimli bir avukat olan ABD Vekili Charles Spofford’un yanısıra kendisine kompliman olarak en büyük Hollandalı dediğimiz Jonkheer van Starkenborg; derin bir deneyimi perdeleyen sakin konuşma şekli ile Rossi-Longhi; Ulysses kadar kurnaz ve zarif esprileri ve üslubu ile akıllı adamlar arasındaki akıllı adam Alphand; sağduyunun en sağlam simgesi, dikkatli ve hiçbir zaman açık vermeyen Wilgress; kendini işine adamış ve kendine hakim, serinkanlı, özenli ve mesafeli Sir Derek Hoyer Millar. Aslında on iki kişinin tamamından söz etmeliyim ama bu yirminci yıldönümünde hepsini topluca saygıyla anmayı daha uygun buldum. Eğer İttifak, bu ortak girişim, bugünkü durumuna gelmişse, bu büyük ölçüde İttifak’ın oluşum günlerinde bu insanların yaptıkları dikkate değer katkılardan dolayıdır. Bu vekiller kısa sürede İttifak’ın varlığını sürdürebilmesi için kendine ait bir hayatı olması, Hükümetlerin bir parçası olmadan onlar adına hareket edebilmek için Hükümetlerden bağımsız olması, bir bütünün parçası olmak yerine kendi içinde bir bütün olması gerektiğini anladılar. Ayrıca İttifak’ın bir askeri örgütten daha fazlası olması gerektiğini de gördüler zira İncil’de söylendiği gibi, insanlar ordulardan bıkarlar. Bu örgütün güçlü bir sivil örgüt tarafından yönlendirilmesi ve desteklenmesi gerekiyordu.

Yaşamanın mevcut durumu korumak değil yaratmak anlamına geldiği dönemlerin birinden geçerken vekiller bunların hepsini hazırladılar ve 1952 yılında İttifakın bu günkü yapısını belirleyen Lizbon reformları üzerinde anlaşmaya sağlandı. Tabii ki bu kolaylıkla veya hiç pazarlık olmadan başarılmadı. O tarihte Pinay hükümetinin Dışişleri Bakanı Robert Schuman tarafından temsil edilen Fransa, İttifakın genel karargâhının Paris’e nakledilmesini istedi. İttifakın Genel Sekreteri İngiliz, Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı ise Amerikalı olacaktı. Böyle de oldu ama bu durum çok uzun sürmedi zira “fareler ve insanların iyi düşünülmüş planları genellikle boşa gider.”

Neticede Lord Ismay NATO’nun ilk Genel Sekreteri oldu. Kendisini tanımayanlar İttifakın ona neler borçlu olduğunu bilemezler. Atlantik Konseyini hükümetler arasında içten, rahat, sağduyulu konuşmalar için kalıcı bir diyalog aracı olması amacıyla şekillendiren Lord Ismay idi. Kendisi ilk İngiliz kulübünün bir Viking gemisi olduğunu ve hepimizin aynı gemide olduğumuzu hep söylerdi. Hint ordusunun eski bir subayı olan Lord Ismay çalışmalarımızda ortamın iyi bir ayindeki gibi olmasını isterdi. Kulüplerin varlığını destekleyen Lord Ismay için birlik fikri önemliydi: NATO onun için bir kulüptü ve bir kulüp kravatı ve bayrağı olmalıydı. Hatta mümkün olsa bu kulübe seve seve bir slogan bulabilir, bir şarkı bile verebilirdi. Bunlar önemli şeylerdir; yaşamın varlığını simgelerler. Ama bütün bunların altında keskin bir görüş, sağlam bir kafa yapısı ve güçlü bir karakter yatıyordu. Konsey onun etkisiyle yavaş yavaş işe başladı. Çalışmalar bazen resmî bazen de gayri resmî, özet kayıtları tutulan toplantılarda; daha gizli konuların görüşüleceği, özet kayıtları tutulan veya tutulmayan, sınırlı katılımcılarla yapılan toplantılarda veya konuşmaların daha serbestçe yapıldığı, söylenenlerin hatırlanacağı ama tekrarlanmayacağı özel toplantılarda yapılıyordu.

NATO Genel Karargâhının kurulduğu ve geçen Ekim ayında Kuzey Atlantik Asamblesinin 15. Oturumunun yapıldığı Brüksel şehrinin merkezinin havadan çekilmiş fotoğrafı.
)

NATO Genel Karargâhının kurulduğu ve geçen Ekim ayında Kuzey Atlantik Asamblesinin 15. Oturumunun yapıldığı Brüksel şehrinin merkezinin havadan çekilmiş fotoğrafı.

Konsey önce üye ülkeler arasında olmak üzere yavaş yavaş otoritesini sağlamlaştırdı zira hiçbir şey başarı kadar başarılı olmaz; NATO’da eski Genel Sekreter Lord Ismay’ın getirdiği ivme altında güç, hiçbir itibar kaybı olmaksızın askerî organdan sivil organa geçti. Hükümetler gerçekleri istiyorlardı, hükümetlerin temsilcileri de bizzat kendileri görmek istiyorlardı. Bu dönem Konsey için hoş fakat hareketli bir dönemdi. Norveç’ten Türkiye’ye kadar uzanan 7,000 kilometre dâhilinde birbirine bağlı ülkeleri, ABD ve Kanada’yı sık sık ziyaret ediyorduk. Sonuçta birlikte yaşamayı ve aynı zamanda birbirimizin sorunlarını anlamayı öğrendik. Konsey, üyeleri arasında bir dostluk bağı oluşturmuştu.

Beş yılın sonunda Lord Ismay görevden ayrıldığında Konsey ortak bir politikanın pürüzlerini düzelten ve bu politikayı yürüten esnek bir araç olmuştu. Lord Ismay “ben bebek bakıcısı oldum. Artık eğitim de verecek bir dadının gelme vakti” derdi. Bu dadı Bay Spaak oldu. Onun başkanlığında Konsey politik danışmalar için hassas ve etkili bir araç oldu. Askerî korunma fikrinin ötesine geçerek “detant” adıyla anılacak ve barış içinde birlikte yaşamanın bir sonucu olan yeni bir gelişmenin ışıltılarını görmeye başladık. Bay Spaak karmaşık durumlarda rahat hareket edebiliyordu; isabetli karar verme, bir başka deyişle konunun özüne inme yeteneğine fazlasıyla sahipti. Hayranlık uyandıran tavrı ve düşüncelerinin açıklığı sayesinde politik danışmalar konusunda bir hayli yol kat etti — ama kendi istediği kadar çok değil.

Konsey Bay Spaak döneminde danışma teorisi ve uygulamasını geliştirdi ve böylece halefi Bay Stikker göreve geldiğinde çalışmalarda hiç bir aksama yaşanmadı. Yıllar geçmişti ve yeni bir tartışma şekilleniyordu: İttifak geçici bir duruma tepki miydi, yoksa bir topluma dönüşebilecek kalıcı bir yapı mıydı? Bay Stikker bozulan sağlığının bile azaltamadığı bir enerji ile bir toplum idealini savundu. Bay Stikker’ın vasıflarından biri de inatçılığı idi. Birkaç Büyükelçi kendi görüşlerini ona empoze edebilmek için Genel Sekreter olmadan, masum öğle yemeklerinde bir araya gelmeye başlamışlardı. Bu toplantıların getirdiği keyif ve yarar bu yemekleri adet haline getirdi.

Bay Stikker’dan sonra Bay Brossio Genel Sekreterlik görevine gelince bu masa başı dostlarına katılma arzusunu belirterek toplantılara yeni bir düzenleme getirdi. Yemeklere tüm Büyükelçiler davet edilmeye başladı ve bu şekilde Konseyin en önemli rolünü oynadığı o en uygar kurum ortaya çıktı: tüm Büyükelçiler ve Genel Sekreterin katıldığı ve her hafta birisinin ev sahipliği yaptığı haftalık öğle yemeklerinde konular serbestçe ve kapsamlı biçimde konuşulabiliyordu zira hiç bir siyasî konu tabu değildi. Sorunlar konuşulanların gizli kalması kaydıyla (sub Rosa) ortaya atılıyordu; zaman zaman bu sorunlara geri dönülüyor veya orada tartışılarak çözümleniyordu.

Atlantik Konseyinin tarihçesini belirli bir sıra izlemeden anlatmaya çalıştım ama görüyorum ki konuyu yeterince açamamışım. Ancak Churchill’in başta kullandığım “şu sizin konsey” teriminin benden ziyade İttifakımızın ortaklarına hitap ettiğini anlayacak kadar açmışım. Yazımı Konseyin 20. yıldönümünün arifesinde bu ifadenin açtığı geleceğe yönelik umutlar hakkında birkaç sözle kapatacağım. St. Basilius kendisine umudun anlamı sorulduğunda şöyle cevap vermiş: “Umut uyanık bir adamın rüyasıdır.” Benim umudum Atlantik Konseyinin, yani şu sizin Konseyin, İttifak üyelerinin ortak amaçlarına ulaşmak için yarattıkları bir araç, ortak yararları için daha da geliştirebilecekleri ileriye dönük bir kurum görevini yapmasıdır.