Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırgan davranışlar Avrupa-Atlantik güvenliğini ciddi biçimde zedelemiştir. Ukrayna bir anlaşmaya varma amacıyla yapıcı bir tutum göstermiştir; ancak NATO, Rusya ve Ukrayna arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin anahtarı tamamen Rusya’nın Ukrayna’nın egemenliğini, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tanımasında yatmaktadır. Belirli adımlar atılmadan yaptırımların gevşetilmesi Batı’nın inanılırlığına zarar verir ve istikrarsızlık riskini daha da arttırır.
Rusya’nın Ukrayna’nın ayrılmaz bir parçası olan Kırım’ı hukuka aykırı şekilde ilhak etmesinin üzerinden altı yıl geçti. Soğuk Savaşın sona ermesinden beri Avrupa’daki bir devlet ilk defa kuvvet kullanarak sınırları değiştirmeye kalktı. Rusya uluslararası hukuku bu kadar ağır şekilde ihlal ettikten sonra doğu Ukrayna’nın istikrarını bozma eylemlerine başladı. Bu amaçla Ukrayna kuvvetleriyle çarpışan militanları desteklemiş ve kendi askerlerini de oraya göndermişti. Buna karşılık NATO, Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü şiddetle desteklemiş, Soğuk Savaştan beri toplu savunmasının en kapsamlı takviyesine başlamış ve Rusya ile işbirliğini askıya almış ancak kapılarını diyaloğa açık tutmuştur. Batılı ülkeler de Moskova’ya yaptırımlar uygulamışlardır.
Bu yaklaşım doğruluğunu hâlâ koruyor mu?
Batı’da, Moskova1 ile ilişkilerde faydacılığa dayalı yeni bir yaklaşımı savunan sesler yükselmeye başlamıştır. Bazıları bunu Rusya ile iş ilişkilerinin düzelmesinden çıkarları olduğu için, bazıları giderek artan askerȋ faaliyetlerin getirebileceği riskler konusundaki anlaşılabilir endişeleri nedeniyle, diğerleri ise küresel güvenliğin karşısındaki zorluklar ve krizleri aşmakta Rusya’ya ihtiyaç olduğuna ve dolayısıyla bazı tavizler verilmesi gerektiğine inandıkları için böyle hareket ediyor olabilirler.
Ancak tüm bu düşünceler Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü destekleme ihtiyacından daha mı ağır basmaktadırlar?

30 ve 31 Ekim 2019 tarihinde Kuzey Atlantik Konseyi’nin Ukrayna’ya yaptığı ziyaret NATO ve tüm Müttefiklerin Ukrayna’ya verdiği sarsılmaz desteği göstermiştir. Resimde: NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelensky’nin müşterek basın toplantısı. ©NATO
NATO Müttefikleri, Rusya ile uluslararası hukuka ve taahhütlere dayanan bir ortaklığın stratejik açıdan değerli olacağına dair inançlarını sürdürmekte olduklarını açıkça belirtmişlerdir. Ancak İttifak’ın ve Avrupa ve Kuzey Amerika güvenliğinin temelinde yatan ilkelerden hiçbir taviz veremezler ve vermeyeceklerdir de. Rusya, Avrupa güvenliğinin temelini oluşturan kurallara dayalı güvenlik düzenine gönüllü olarak taraftar olmuştur. Helsinki Nihai Senedi, Paris Şartı ve NATO-Rusya Kurucu Senedinin de aralarında bulunduğu birçok belgeyi kapsayan bu güvenlik düzeninin amacı, egemenliğin herkes için eşit olduğu ve güvenliğin bölünemez olduğu ilkesine dayalı olan bu düzenden Avrupa’daki bütün ülkelerin yararlanmasını sağlamaktır. Bu düzen ne Rusya’ya karşı düşmanca bir düzendir ne de modası geçmiş bir düzen.
Rusya’nın kendi güvenlik çıkarlarına ulaşmak için büyük güçler arasında nüfuz alanları oluşturma isteği kabul edilemez; bu, Avrupa güvenliği açısından son derece büyük riskler doğurur. Ukrayna’nın egemenliği ve bütünlüğü kurallara dayalı Avrupa düzeninin kalbinde yatar ve bu ülkenin güvenlik çıkarları bütünüyle dikkate alınmalıdır.
Ukrayna’nın bağımsızlık savaşı
Rusya’nın kararlılığının yarattığı güvenlik sorunları Ukrayna’nın bağımsızlık savaşına kazınmıştır. Ukraynalılar yüzyıllar boyunca kendilerini dış güçlerin idaresi altında bulmuşlardır. 1991’de yapılan bir referandumda (katılım oranı %84, lehte oy oranı %92.3) halkın çoğunluğu bağımsızlıktan yana oy kullanmıştır. Ülkenin bağımsızlığı Rusya da dâhil olmak üzere, uluslararası kabul görmüştür.
Dünyanın üçüncü en büyük nükleer arsenalini miras almış olan Ukrayna, nükleer silahlara sahip ülke sıfatıyla 1994 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşmasına katılmıştır. Bu antlaşmaya destek vermek amacıyla Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık (ve daha sonra Çin ve Fransa) [Budapeşte Muhtırasının] (https://treaties.un.org/doc/Publication/UNTS/No%20Volume/52241/Part/I-52241-0800000280401fbb.pdf) bir parçası olarak Ukrayna’ya güvenlik garantisi verdiler. Bu garanti Ukrayna’nın bağımsızlığı, egemenliği ve mevcut sınırlarına saygı göstermeyi de kapsıyordu.
1995 yılında Rusya ve Ukrayna Sovyetlerin Karadeniz Filosunu aralarında bölmeyi karşılıklı olarak kabul ettiler. Bunu Rus filosunun Ukrayna’ya ait olan Kırım’da varlığını sürdürmesini kabul eden bir anlaşma takip etti. Rusya ve Ukrayna 1997’de bir Dostluk Antlaşması (o sıralarda “Büyük Antlaşma” olarak anılıyordu) imzaladılar. [NATO-Rusya Kurucu Senedinin] (https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_25470.htm?selectedLocale=en#:~:text=The%20%22Founding%20Act%20on%20Mutual,Council%20on%2016%20May%201997.&text=It%20will%20allow%20the%20Alliance%20and%20Russia%20to%20forge%20a%20closer%20relationship) ve yine aynı yıl Belirgin Ortaklık ile ilgili [NATO-Ukrayna Şartının]https://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_25457.htm?) imzalanması tarihsel bağlamda çok önemlidir. Artık Ukrayna’nın egemenliği ve bağımsızlığı uluslararası hukuka saygı esasına dayanan bir uluslararası çerçeveye başarıyla oturtulmuş gibi görünüyordu.
Ukrayna bir süre “çok vektörlü politika” izleyerek ilave güvenlik arayışına girdi. 2002’den sonra da NATO üyeliği hedefi doğrultusunda çalışmalara başladı. 2010 yılında Yanukovych Devlet Başkanı olunca “Bloksuzluk” statüsü teklifini ortaya attı. Nisan 2010’te Başkan Yanukovych, Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ile birlikte Kharkiv Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma ile Rusya, deniz kuvvetlerinin Kırım’daki varlığını 2042 yılına kadar uzatıyor, karşılığında Ukrayna’ya daha ucuz doğal gaz satıyordu. O yıllarda Ukrayna’da giderek artan yolsuzluklar Rusya’ya bu ülkeyi etkisi altına almak için daha fazla fırsatlar sundu. Bu arada Yanukovych, Ukrayna’da oldukça büyük bir kesim olan Batı yanlılarını memnun etmek için Avrupa Birliği’ne entegrasyon çalışmalarını resmȋ olarak sürdürdü.
Rusya, 2013’te Ukrayna’ya ticaret engeli koyarak ve daha sonra da havuç uzatır gibi kredi vermeyi teklif ederek ülkeyi Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşmasından ayrılmaya zorlayınca “çok vektörlü politika” kartondan ev gibi yıkıldı. Yanukovych Rusya’nın bu isteğine boyun eğince Kiev’deki Bağımsızlık Meydanı’nda büyük protesto gösterileri başladı. Bu olay onun başkanlığının sonu oldu. Moskova, Yanukovych’i herhangi bir taşkınlıkta bulunmayan protestoculara karşı kuvvet kullanmaya teşvik ederek bu düşüşü hızlandırmış oldu.2
Rusya Kırım’ı işgal ettikten sonra inisiyatifi tekrar ele almaya çalıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin stratejik önemi olan bu yarımadanın kontrolünü ele geçirme ve ülkesindeki popülarliğini arttırma fırsatını kaçırmadı. Putin, bir yıl sonra bir belgeselde3 bu kararın Yanukovych’in Rusya’ya kaçmasından hemen sonra, yakın çevresiyle birlikte alındığını açıkladı. Yarımadadaki siyasi gerçeklerin bu olayda hiçbir rolü olmadı. Ukrayna içinde özerklik statüsü olan Kırım’daki hiçbir siyasi güç bağımsızlığı veya Rusya ile birleşmeyi savunmuyordu. Kırım’daki Rusça konuşan halka yönelik herhangi bir tehdit de yoktu.
Rusya’nın eylemlerinin kurbanları Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve kurallara dayalı Avrupa-Atlantik düzeniydi. Güvenlik konusunda Ukrayna’nın bir yandan Rusya’nın çıkarlarını gözetmek diğer yandan elinde Avrupa kartını bulundurmak şeklindeki politikası iflas etmişti. Rusya’nın Ukrayna karşısında oluşturduğu tehdidin ciddiyeti Rusya’nın doğu Ukrayna’daki eylemleriyle daha da belirgin hale geldi. Bu eylemler Moskova’nın amacının bir toprak kazancından çok daha öteye uzandığını gösterdi. 13,000 cana mal olan Donbas savaşında tehlikede olan Ukrayna’nın bağımsızlığı ve egemenliğiydi.
Önceleri Kremlin Ukrayna’nın güney ve doğu bölgeleri için “Novorossiya” (“Yeni Rusya”) kavramını yayarak Ukrayna devletini parçalamak için bir fırsat elde edeceğini düşünmüş olabilir. Bu plan başarısız olunca Rusya, Ukrayna’da istikrarsızlık yaratmak ve Kiev hükümetini ve Ukrayna’nın Avrupa ve Avrupa-Atlantik bölgelerine tekrar entegre olma umudunu zayıflatmak için Donbas’taki çatışmaları sürdürdü. İşin garip yanı ise Rusya’nın saldırgan eylemlerinin bu dönemde belki de Ukrayna halkının AB ve NATO üyeliğine verdiği desteğin daha önce görülmemiş düzeylere çıkmasına neden olmuş olmasıdır.4
Yaptırımların hedefi
Batılı ülkeler, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı giriştiği saldırgan eylemlere tepki olarak Moskova’ya karşı yaptırımlar uyguladılar. Bu yaptırımlar birçok kez uzatılmışsa da bazıları tarafından hâlâ eleştirilmektedirler. Ancak yaptırımların meşru olmadığı veya etkisiz kaldığı şeklindeki iddialar tamamen asılsızdır.

Kırım’da kimliği belirsiz askerlerin (küçük yeşil adamlar) ortaya çıkması Rusya’nın 18 Mart 2014’te yasalara aykırı olarak Kırım’ı ilhak etmesinin ve Doğu Ukrayna’daki Dobras bölgesinde giriştiği hibrid savaşın başlangıcıydı.
Yaptırımlar Rusya’nın uluslararası hukuku ihlal etmesi karşısında alınmış, askerî gerginliğin daha da tırmanmasını önlemeyi amaçlayan önlemlerdir. Bu önlemler Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığını zayıflatan veya tehdit eden eylemlerden sorumlu olan Rus elitini hedef almak üzere dikkatle tasarlanmışlardır. Ayrıca, özellikle Rus liderlere uygulamalarını değiştirmeleri için baskı yapmak amacıyla Rusya’nın petrol, gaz ve bankacılık sektörlerinde kaydettiği uzun vadeli gelişmeleri hedef almaktadırlar. Hedef doğrudan Rus halkı değildir. Bu açıkça ölçülü bir tepkidir. Bunlara kıyasla, Rusya’nın karşı önlemleri — Avrupa Birliği’nden yiyecek ithalatını tümüyle yasaklamak gibi — her iki tarafın sıradan vatandaşlarını anında olumsuz etkilemiştir.
Yaptırımların etkili olduğuna dair olumlu kanıtlar mevcuttur. Birkaç istisna hariç, devletler Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 68/262 sayılı kararına uymuşlardır. Mart 2014 tarihli bu karar tüm devletler, uluslararası örgütler ve uzmanlaşmış ajansların Kırım’ın statüsü konusunda hiçbir değişikliği kabul etmemelerini gerektirmektedir. Ekonomik yaptırımlar ise Rusya’yı Minsk Anlaşmaları çerçevesinde yapmış olduğu ve bugün kaçınmaya çalıştığı taahhütler konusunda sorumlu tutmanın bir yoludur.
Rusya’dan anlamlı bir hamle gelmedikçe yaptırımların kaldırılması Batının inanılırlığını zayıflatacaktır. Çatışmanın çözümlenmesine bir katkısı olmayacağı gibi Ukrayna’nın istikrarsızlığa sürüklenme riskini de arttıracaktır.
Rusya’nın uzlaşmazlığı
Rusya Minsk Anlaşmalarının taraflarından biridir ve bu nedenle anlaşma maddelerinin uygulanmasında önemli bir sorumluk taşımaktadır. Rusya’nın desteği olmadan Donetsk ve Luhansk’daki sözde “halk cumhuriyetleri” hızla çöker. Bunlar çözümün en temel engellerini oluşturmaktadırlar. Ayrıca bu cumhuriyetlerin “temsilcilerinin” Ukrayna ile birleşmeye hiç niyetleri olmadığı da gayet iyi bilinmektedir.5
Moskova Ukrayna’yı kendisi yerine vekilleri ile resmi ilişkiler kurmaya zorlayarak çatışmalara doğrudan dâhil olduğunu gizlemek ve tartışma konusu alanları “özel statü” ile tekrar Ukrayna’ya entegre etmek için ısrarla çalışmaktadır. Minsk Anlaşmalarında “özel statü” konusuna değinilmektedir, ancak Ukrayna’nın egemenliğini ve bağımsızlığını tehlikeye atacak bir karar Anlaşmanın bizzat kendi amaçlarıyla ters düşer.6 Bunun aksine, Kremlin Ukrayna’nın aralarındaki sınırın Ukrayna’ya ait olan kısmı üzerindeki kontrolünü yeniden kurması olasılığını tartışmayı bile ısrarla reddetmektedir.
Rusya Donbas’daki varlığını ve militanlara sürekli silah ve teçhizat yollamakta olduğunu reddetmeye devam ederken, Önlemler Paketinin (“Minsk II”) 10. Maddesi – yabancı silahlı gruplar, askeri teçhizat ve kiralık askerlerin Ukrayna topraklarından çekilmesini şart koşan madde — hiç tartışılmamaktadır. Ateşkes ihlalleri, hatta yasaklanmış ağır silahlarla gerçekleştirilen ihlaller devam etmektedir. AGİT Özel Gözlem Misyonu Rusya’nın desteklediği militanlar tarafından büyük ölçüde kısıtlanmaktadır.
Ayrıca Rusya, Ukrayna’yı Minsk Anlaşmalarının siyasi bölümü doğrultusunda ilerlemeye zorlarken bir yandan da resmen tanınmayan “halk cumhuriyetlerinin” Rusya Federasyonuna fiilen entegrasyonunu teşvik eetmektedir — özellikle Rus Rublesinin kullanılmasını sağlayarak ve yerel halk kitlelerine Rus pasaportları dağıtarak.
Stratejik sabır ve destek
Müttefikler sürekli olarak anlaşma şartlarının tüm taraflarca uygulanması için çağrıda bulunmaktadırlar. Gerçekten de Ukrayna’nın Minsk Anlaşmaları bağlamında yapması gerekenler vardır ve Kiev bunların uygulanması için özenle çalışmıştır. Başkan Poroshenko’nun taahhüdü doğrultusunda “özel statü” yasası ve genel af kabul edilmiştir ve güvenlik durumu imkân verir vermez uygulamaya konulacaktır. Donbas’ta yerel seçim ihtimalleri tartışılmaya başlamıştır.

16 saat süren görüşmelerden sonra Belarus, Rusya, Almanya, Fransa ve Ukrayna liderleri – (soldan sağa) Alexander Lukashenko, Vladimir Putin, Angela Merkel, François Hollande ve Petro Poroshenko – 12 Şubat 2015’te Belarus’un başkenti Minsk’te doğu Ukrayna için bir ateşkes anlaşması üzerinde anlaştılar. (Daha önceki 5 Eylül 2014 tarihli ateşkes anlaşması imzalandıktan birkaç gün bozulmuştu.) © Wikipedia
Başkan Zelensky de Doğuda barış konusuna öncelik vermiş ve sorumluluğu üstlenmiştir. Mayıs 2019’daki bir açılış konuşmasında, “Bu savaşı başlatan biz değiliz. Ama bitirecek olan biziz,” demişti. O tarihten beri kendisi insan faktörü üzerinde odaklanmak ve çatışma alanındaki insanların kalplerini ve fikirlerini geri kazanmak için çalıştı. Üç pilot bölgede birliklerin geri çekilmesini kabul etti. Ukrayna’da halkın protestolarına rağmen, 2019’da “Steinmeier formülünü” kabul etti. Almanya Devlet Başkanı Frank-Walter Steinmeier’in 2016 yılında Dışişleri Bakanı görevindeyken önerdiği bu formül, Donbas bölgesinde Ukrayna yasaları doğrultusunda yapılan ve uluslararası gözlemciler tarafından izlenen yerel seçimlerden sonra Donbas’ın belirli yerlerinde “özel statü” uygulanmasını öngörür.
Açıkçası, bağımsızlık mücadelesi Ukrayna’nın ulusal görevidir. Egemenlik ve bağımsızlıklarından ödün vermeden ülkelerinin toprak bütünlüğünün nasıl eski haline getirileceği kararı Ukraynalılara düşer. Ukraynalıların geleceklerini kendilerinin belirlemesi gerekir ve bunu yapacak beceriye sahiptirler. Ukraynalılar refah ve barış içinde, ortak değerlere sahip Avrupa demokrasileri arasında sağlam bir yere sahip bir ülkede yaşamak istediklerini açıkça dile getirmişlerdir. Nüfusun çoğunluğu gelecekte ülkeyi Avrupa Birliği ve NATO içinde görmek istemektedir.
Ukrayna’nın bağımsızlık savaşının bir de dâhili boyutu vardır ve bu da en az dış boyutu kadar önemlidir. On yıllar boyunca yapısal reformların eksikliği, hukukun üstünlüğünün zayıflığı, yolsuzluk ve çeşitli çıkarlar Ukrayna’nın kalkınma umudunu ve hibrid saldırılara karşı direnme gücünü zayıflatmaktadır. Bu zayıflıklar liderlerinin uzun yıllardır stratejik bir yönelimlerinin olmamasının neticesidir.
Bazı insanlar hâlâ Ukrayna’nın Rusya ile Batı arasında bir “köprü görevi” görebileceğine inanmaktalar. Ancak Ukrayna ve diğer yerlerdeki olaylardan sonra NATO, Rusya ve Ukrayna arasında ilişkilerin normale dönmesi tamamen Rusya’nın Ukrayna’nın egemenliğini, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tartışmasız biçimde tanımasına bağlıdır. Doğu Ukrayna’daki çatışmanın çözümlenmesinin anahtarı Moskova’dadır.
Bunun ötesinde, Rusya’nın saldırgan davranışlarını dünyanın başka bölgelerine de yayması ve Batılı ülkelere karşı bir dizi hibrid saldırıya başlamış olması NATO-Rusya ilişkilerinde normalleşme olması için hiçbir neden bırakmamıştır. Normalleşme olabilmesi için Rusya’nın eylemlerinde uluslararası hukuka ve ülkenin uluslararası zorunluluk ve sorumluluklarına uyduğunu gösterecek yapıcı değişiklikler gerekecektir. Açıkça söylemek gerekirse, bu öncelikle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı davranışında bir değişiklikle başlamalıdır. Moskova kalıcı bir çözümü desteklemeye hazır olana kadar stratejik sabır gerekecektir.
Ukrayna’nın Batının desteğine olan ihtiyacı sürmektedir.