Körfez monarşileri sözde İslam Devleti’ne ( DAEŞ, - Irak ve Şam İslam Devleti - al Dawla al Islamiyya fil Iraq wa al-Sham) karşı 2014 Eylül ayında başlatılan ABD başkanlığındaki koalisyonun faal ortaklarıdır. Yine de, bölgede devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki rekabet ve değişen ortaklıklar Körfez monarşilerinin kendi kendine halifeliğini ilân etme olgusuna karşı cvfd yürüttükleri çabaları giderek daha fazla etkilemeye başladı. Jeopolitik faktörler ortak bir tehdit olan sınırlar ötesi cihatçılığa karşı tam işbirliğine dayalı bir yaklaşım sergilenmesini engellemektedir.
Askeri kampanyayı desteklemek
Körfez monarşileri (Bahreyn, Kuveyt, Oman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) ve Ürdün’ün (Körfez İşbirliği Konseyi üyesi değildir) angajmanı birbirini tamamlayan üç eksen üzerinden yürütülmektedir.

İslami Militanlar Kuzey Rakka sokaklarında gövde gösterisi yapıyorlar, Suriye, Haziran 2014 ©Reuters
Askeri açıdan Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Küresel Koalisyon içindeki en aktif Arap ortaklardır. Bu ikilinin hava saldırıları özellikle güneydeki Karak şehrinin önemli kabilelerinden birinin oğlu olan genç Ürdünlü pilotun Şubat 2015’te DAEŞ tarafından hapsedilmesi ve yakılarak öldürülmesinden sonra daha hızlandı. Son derece gelişmiş askeri yeteneklere sahip olan Ürdün, Körfez’in batı yakasını temsil etmekle beraber, sosyal açıdan bölgenin Levanten dokusuna derinden bağlıdır. Özgür Suriye Ordusu’nun eğitiminde Amman’ın rolü büyüktür.
Ürdün, DAEŞ’e karşı koalisyonu desteklemenin de ötesinde Iraklı askerlerin el yapımı patlayıcılar, patlayıcı maddeler ve mayınların temizlenmesi gibi alanlarda kapasite oluşturma konusunda NATO başkanlığında yürütülen çabalara da ev sahipliği yapmaktadır.
BAE Körfez İşbirliği Konseyi’nin en yetenekli hava kuvvetlerini kurmuştur. ABD’nin Dışişleri Ülke Raporlarına göre Report DAEŞ’e yönelik hava saldırılarındaki sorti sayısında Washington’dan sonra ikinci sırada Abu Dhabi gelmektedir. Emirlikler havada yakıt ikmali yürütmekte, ve zırhlı araçlar ve asker nakliyesinde kullanılan araçlar gibi dinamik hedefleri vurmaktaki yeteneklerini giderek güçlendirmektedirler. Suudi Arabistan ise ağırlıklı olarak askeri karargâhlar, eğitim kampları ve tesisleri gibi sabit ve statik hedefleri vurmaktadır. Libya kampanyası sırasında olduğu gibi, Katar bombardımana katılmamakta ama Suriye üzerinde hava muharebe devriyesi operasyonları yürüterek Küresel Koalisyonu desteklemektedir. Körfez İşbirliği Konseyine katkılar konusunda daha fazla bilgi için bkz. Frederic Wehrey’s article

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Küresel Koalisyon içindeki en aktif ortaklardandır. (BAE Hava kuvvetlerine ait F-16 uçağı). ©IraqiNews.com
Cihatçıların finans kaynağını kesmek
Silahlı cihatçılara özel katkılar konusu Batılı devletlere oranla Körfez monarşileri için daha hassas bir konudur zira Kuveyt Suriye’deki aşırı Sünni milislere destek vermek isteyen bireyler veya hayır kurumları için bir finans merkezi haline gelmiştir. Bu trendin 2012 yılında en yüksek noktasına ulaşmış olmasının nedeni derneklerin özgürlüklerine ve para transferlerine kısıtlamalar getiren yasanın kaldırılması sonucunda ortaya çıkmış olması muhtemeldir.
Körfez monarşileri 2014 yılından itibaren ulusal yasalarını gözden geçirerek cihatçılar için para toplanmasını önleyecek, hayır kurumlarının faaliyetlerini kontrol edecek, terörizm ile ilgisi olduğundan şüphelenilen kişileri vatandaşlıktan çıkartacak ve web üzerinden cihatçılara finansman sağlanmasını ve savaşçı toplanmasını engelleyecek yeni yasalar getirmeye başladılar. Terörizme ilişkin suçları kapsayan cezaların arttırılması ve terörle mücadele faaliyetlerinin finansmanı ile ilgili mevzuatı güçlendiren yasalar çıkarmaya başladılar. Ancak bazı gri bölgeler halâ mevcuttur: örneğin, para transferinde kullanılan “hawala” denilen klasik yöntem (Umman’da yasaktır) direnişçi faaliyetleri finanse etmek için kullanılabilir.
Bölgesel finans merkezi olan Bahreyn, son yıllarda bu konuda birçok çalıştay ve uluslararası konferansa ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca, 2016 Mayıs ayında KİK ve Kanada cihatçılara finansal kaynak sağlanmasını durdurmak amacıyla stratejik bir diyalog başlattılar. Diğer önlemlerin yanı sıra, Kuveyt yasa dışı faaliyetlerin soruşturulması için bir Finansal İstihbarat Birimi kurdu, Suudi Arabistan ise muhbirler için özendirici teşvik tedbirleri getirdi ve cihatçılara parasal kaynak sağlayan ve kara para aklayanları ihbar eden herkese para ödülleri vermeye başladı (Riyad aynı zamanda ABD ve İtalya ile birlikte IŞİD Karşıtı Finans Grubu’nun eş başkanlığını yapmaktadır).
Terörizm karşıtı bu önlemler, gerekli olmakla beraber, zaman zaman analistler arasında tartışmalara neden olmaktadır zira bu önlemler aynı zamanda siyasi muhalefeti bastırmak ve kamu alanında monarşik kontrolü arttırmak için etkili araçlar da olabilirler.
Cihadçıların söylemlerine karşılık vermek
Cihatçı faaliyetlerin belirli bir çerçeve içinde tutulması ve kökünden kurutulması için askeri ve finansal araçların yanı sıra eşgüdümlü karşıt ideoloji çabaları da şarttır. Körfez monarşileri DAEŞ’in İran karşıtlarını temsil etmeyeceğini anlamışlardır: birçok Körfez ülkesinin vatandaşı mücahit olarak sözde halifeliğin saflarına katıldığı gibi 2015 yılından beri KİK topraklarında, özellikle Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki Şii toplumları hedef alan terörist saldırılarının sayısında da artış olmuştur. Dolayısıyla, DAEŞ’in bozguna uğratılması hem Körfez monarşilerinin ulusal güvenlikleri için belirleyici bir unsur haline gelmiş hem de Arap Körfezindeki tehdit algısını yükselterek Batı ülkeleri ve KİK üyeleri arasındaki işbirliği fırsatlarını güçlendirmiştir.

Körfez İşbirliği Konseyi topraklarında, özellikle Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki Şii toplumları hedef alan terörist saldırılarının sayısında artış olmuştur. ©Aljazeera.com
Yabancı savaşçılarla ilgili resmi bilgilere göre data en az 2500 Suudi Arabistan, ve 2000 Ürdün vatandaşının yanı sıra 70 Kuveyt, 10 Katar, ve 15 Arap Emirlikleri vatandaşı DAEŞ’e katılmıştır. Sözde halifeliğin siyasi projesinin temel ideolojisini reddeden Arap Körfezi’nin imamları ve müftülerinin DAEŞ’i aleni olarak kınayan konuşmaları arttı. Bu siyasi proje yakın zamanda kutsal Medine Camii yanında yaşanan başarısız saldırı girişiminden de görüleceği gibi al-Saud monarşisinin meşruiyetini tehdit ediyor.
Cihatçıların söylemlerini makro ve mikro düzeyde güçsüz kılmanın en iyi yollarından biri karşı propagandadır. Örneğin, Kuveyt, camilere imamların Cuma vaazlarında kullanmalarını uygun gördükleri dil ile ilgili sirkülerler göndermektedir. Şiddet içeren aşırılığa karşı Abu Dhabi Hedayah Uluslararası Mükemmeliyet Merkezi Cihatçı ideoloji konusunda çalıştaylar ve konferanslar düzenlemiştir. BAE hükümeti ABD ile birlikte Abu Dhabi’de Sawab Merkezini kurmuşlardır. Bu merkez çevrimiçi propaganda ve aşırılık içeren söylemlere karşı kurulmuş bir sosyal medya platformudur.
Jeopolitik faktör
Küresel Koalisyon’un tüm üyeleri aynı hedefi paylaşmaktalar: DAEŞ’i bozguna uğratmak. Ancak bundan sonrasında Orta Doğu’nun nasıl bir şekil alacağına dair her birinin tercih ettiği kendi senaryoları var. Bu nedenle bölgesel güçlerin çatışan çıkarları hüküm sürmeye devam etmekte ve ortak tehdit olan cihatçılığa karşı işbirliğine dayalı bir yaklaşımı engellemektedir.

Türkiye ile Rusya’nın son zamanlarda düzelmeye başlayan ilişkilerine bir kanıt daha: Devlet Başkanı Putin (sağda) 3 Eylül 2016’da Hangzou, Çin’de yapılacak olan G20 Zirvesinden öncesinde Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte. ©Sputnik/Kremlin/Alexei Druzhinin/via REUTERS.
Bu sözde halifeliğe karşı yürütülen savaş, giderek Suudi Arabistan ve İran arasındaki bölgesel hegemonya rekabeti ile iç içe geçmiş hale gelmiştir. Mezhepçilik güç politikası adına mezhep ve etnik açıdan bölünmeleri daha da derinleştirmiştir, özellikle de zayıf devletlerde cihatçı ağların ideolojik çalışmalarını kolaylaştırmıştır. Geçen yıl “P5+1” (BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi artı Almanya) ve İran arasında İran’ın nükleer programı konusunda yapılan anlaşmanın yanı sıra Suriye’deki çok katmanlı çatışmalar Suudi Arabistan ve ABD’nin karşılıklı hayal kırıklığını yansıtıyor: Washington için en önemli düşman DAEŞ’tir; buna karşılık Riyad için öncelik İran’ın belirli sınırlar içinde tutulmasıdır.
Amerika Birleşik Devletleri Beşar Esad rejimine müdahale etmeme kararı aldıktan sonra çatışan Suriyeli fraksiyonlar üzerindeki gücü azalmıştır. Suriye konusunda bir noktada birleşen görüşler ise Fransa ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki konumunu güçlendirmiştir. Ve Suriye’deki İran-Hizbullah-Rusya ekseninin güçlenmesi Esad rejiminin siyasi rolünü güvenceye almasına olanak sağlamıştır. Bu gerçekler Suudi Arabistan ve Körfez monarşilerini “Şii yayını” kırmak yönündeki bölgesel isteklerinden vazgeçmeye zorlamıştır. Bağdat giderek İran’ın nüfuz alanı içinde kalmaya başlarken Yemen’in Suudi Arabistan başkanlığında kazanılmış bir askeri zafer arzusu bir serap olarak kalmaya devam etmektedir.
İki bölgesel dinamik
Türkiye’nin değişen bölgesel ittifakları Suriye çatışmasındaki beklentileri değiştirmiştir. Esad başkanlığı için bir başka lehte puan oluşturacak olan bu yeni konum Suudi Arabistan’ın askeri ve diplomatik nüfuzunu daha da zayıflatacak ve cihatçılara karşı yürütülen ortak savaşı zora sokacaktır. Ağustos 2016’da Ankara, DAEŞ’i vurmak ve Kürt milisleri (özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin desteklediği Halkın Savunma Birlikleri-YPG) kontrol altında tutmak için Suriye’ye askeri müdahalede bulundu. Buna ilaveten, yine Suriye konusunda, Türkiye’nin Rusya ile düzelen ilişkileri Körfez monarşileri tarafından desteklenen ılımlı Sünniler karşısında Esad rejimini güçlendirmektedir. Bu da Ahrar al-Sham ve cihatçı Jabhat Fatah al-Sham gibi Salafi unsurları daha güçlü kılma riskini taşıyor.
Bu değişken ortamda ortaya iki bölgesel dinamik çıkıyor. Orta Doğu güvenliğinin merkezi bugünlerde doğuya kaymıştır çünkü bölgesel politikalara İran, Rusya ve Türkiye (hiçbiri Arap ülkesi değildir) yön vermektedir ve Suudi Arabistan istenmeyen olaylara karşı denge kurmak için aşırı askeri tepki göstermeye meyillidir.
Ayrıca, doğu Akdeniz güvenlik bloğu artık sadece Orta Doğu’daki dengelerde değil, DAEŞ’e karşı yürütülen küresel çabalarda dahi giderek güçlenen stratejik bir role sahiptir. href=http://www.rubincenter.org/2011/12/a-geopolitics-of-cyprus/] Kıbrıs [/a] ve adadaki hava ve deniz üsleri İngiliz ve Fransız uçaklarının cihatçıları bombalamak üzere havalanmalarına olanak sağlayarak yeniden önemli bir rol oynamaya başladı; bunda Rusya’nın Levant’taki askeri yığınağının da önemli bir yeri vardır.
Katar, Kuveyt, Umman, BAE ve Ürdün’ün Lefkoşa’da büyükelçilikleri bulunmaktadır; BAE ve Ürdün‘ün büyükelçilikleri birkaç ay önce açılmıştır. Suudi Arabistan’ın Yunanistan nezdindeki büyükelçisi itimatnamesini 2015 yılında Atina’dan Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı’na göndermiştir. Bahreyn’in Kahire’de mukim Kıbrıs büyükelçisi itimatnamesini 2015 yılında sunmuştur. Bu da Körfez monarşilerinin Lefkoşa ile stratejik ortaklıklarını geliştirecekleri olasılığına işaret etmektedir. Süveyş, Bab el Mandeb ve Hürmüz Boğazı arasındaki yol ağzında bulunan Körfez için Kıbrıs, hem coğrafi açıdan hem deniz güvenliği açısından, bir öncü kuvvet gibidir.

NATO 2004 yılından beri Körfez monarşilerinin birçoğu ile ilişkiler geliştirmektedir. Kuveyt yakın zamanda NATO nezdinde diplomatik misyon kurmaya karar verdi. (Resim: Kuveyt Emiri Ekselansları Şeyh Sabah Al-Ahmad Al-Jaber Al-Sabah ve NATO Genel Sekreteri Jens Soltenberg, 4 Mayıs 2016) ©NATO
[Bakış açıları
Bu çatışmaya karışmışmış diğer bölgesel güçler gibi Körfez monarşileri de Suriye sahnesindeki stratejik kazançlarını (bölgedeki nüfuzu ve yerel ittifaklar açısından) maksimum düzeye getirme çabası içindedirler. Sözde halifeliğe karşı yürütülen savaş büyük bir senaryonun sadece bir parçasıdır.
Al-Baghdadi örgütü Suriye, Irak (ve Libya) arasında toprak kaybetmesi nedeniyle kendisini bir devlet aktörü gibi davranan devlet dışı aktör konumundan çıkarmaya çalışmaktadır ve artık, ilk başlarda el Kaide’nin yaptığı gibi, büyük çaplı terör saldırıları düzenlemektedir. Sonuç olarak, yurtiçindeki saldırılar ve yeniden ortaya çıkan mücahitleri de dikkate alan Suudi Arabistan DAEŞ’i jeopolitik bir konu olmaktan çok dahili bir güvenlik tehdidi olarak görmektedir. Riyad’ın, Yemen kampanyası başladığından beri, DAEŞ’e karşı yürüttüğü angajmanda bir azalma olması bir tesadüf değildir; Tahran karşısında Suudi Arabistan’ın jeopolitik çıkarlarını yansıtmaktadır.
Yine de, bölgedeki farklı unsurlar ve çekişmelere rağmen DAEŞ ile mücadele için oluşturulan Küresel Koalisyon bir anlamda Arap-Batı askeri işbirliğinin pratikte ne durumda olduğunu test etmek, aynı zamanda da Körfez monarşileri ve NATO arasındaki ortaklık ilişkilerine bakmak için önemli bir fırsattır. Bu çerçevede KİK, yakın geçmişinde bugüne kadar bugüne kadar olmadığı ölçüde nadir ve etkili bir birlik sergilemektedir.