13 yıl boyunca bir İslami örgütün faal üyeliğini yapmış biri olarak – bu konuyu kısa süre önce yayınlanmış olan anılarımda (“Radical”) ayrıntılı olarak ele aldım – aşırı ideolojileri insanlar için cazip kılan dört faktörü belirtmek isterim
Deneyimlerime göre bu faktörler sadece aşırı İslami uçlar için değil, her yerde ve herkes için geçerlidir ve kişiye ve şartlara bağlı olarak değişik yoğunlukta ve herhangi bir şekilde ortaya çıkabilirler.
- Şikâyetler – gerçek veya algılanan - ve bunları dile getirecek yolların olmaması aşırı görüşlere yatkın kişileri alt kültürler ve değişik yollar arayışına itmekte önemli bir rol oynar. Bir kişinin bu yola girmesi için sadece algılanan bir sorun ve şikayet bile yeterlidir.
- İkincisi, kişilik bunalımı da insanda bir alt kültür arama isteğini yaratabilecek önemli faktörlerden biridir. Bu tür bir bunalım kişiyi kimliğini, ülkesini ve doğduğu toprakların halkını reddedip kendisi gibi hayal kırıklığı yaşayan insanlarla ülke sınırlarının dışına taşan dostluklar kurmaya iter.
- Bu noktada sahneye yandaş toplayan karizmatik birisi giriverir – mevcut şartlar karşısında hayal kırıklığı yaşamakta olan kişiye güven duygusunu verebilecek bir kişi.
- Son olarak, davası için yandaş toplamakta olan bu kişi dünyadaki sorunlara açıklık ve çözüm getirecek ideolojik bir hikâye uydurmakta son derece ustadır.
Hangi sırayla olursa olsun, bu dört faktör, kişiyi aşırı görüşlere sevk edecek şekilde birbiriyle etkileşim halindedir. İnsanlar su gibi değildir; hepsi 100 derecede kaynama noktasına ulaşmaz. Dolayısıyla bir insanı aşırı uçlara yönlendirecek tek bir neden aramak, bir teröristin etnik kökeni, cinsiyeti veya dış görünüşüne göre profilini çıkarmak kadar faydasız bir iştir. Bu bir işe yaramaz. Herhangi bir sosyal çevreden gelen insanlar aşırı görüşlere kapılabilir. Hatta bu görüşlere kapılanlar arasında ortalamanın üstünde eğitim görmüş çok sayıda kişi de vardır.
Bu sorunla başa çıkabilmek neler yapılabilir?
Her şeyden önce terörizmin mutlaka aşırı görüşleri de içeren uzun bir sürecin sonucu olduğunu anlamamız gerekir. Alınacak önlemler ancak aşağıdaki noktaları kapsadığı takdirde sorunun çözümüne yardımcı olabilir.
- dış ülkelerdeki isyanla mücadele konularını kapsayacak ulusal bir stratejinin benimsenmesi),
- yurtiçi terörle mücadele önlemleri (bu iki alan genel olarak konunun askeri ve güvenlik güçleri ile ilgili yönlerini kapsar),
- şiddetten uzak bir politika (genel olarak hapishanelerde uygulanmaya çalışılan bir politika),
- sivil toplumda aşırı görüşlerle mücadeleyi amaçlayan girişimler,
- entegrasyon çabaları (bu iki yönlü bir yoldur), ve
- demokratik siyasal katılım.
Şikâyetlerde gerçek payı olduğu durumlarda politika değişikliklerine gidilmelidir. Şikâyetler sadece algıdan ibaret olduğu takdirde ise konuya daha iyi iletişim ve sivil işbirliği ile yaklaşılmalıdır.
Birleşik Krallık’ta yurtiçinde gelişen terörizmin (7 Temmuz’daki bombalama olayları gibi) tekrar patlak verme olasılığı son derece yüksektir.
Görülüyor ki terörizm sadece askeri veya yasalarla ilgili bir olgu değildir; sınır tanımayan, tamamen sosyal bir oluşumdur. Çözüm de ancak sorun tümüyle ele alınırsa mümkün olabilir.
Yasaların güncelleştirilmesi, bu yasaların uygulandığının kontrolü ve terörizmle mücadele önlemlerinin alınması şarttır. Sorunun sosyal yönünün ele alınması için bu çalışmalar politikalar, medya ve aktivizm ile desteklenmelidir.
Halen dünya üzerinde bunların pek azı bir strateji olarak uygulanmaktadır. Birleşik Krallık gibi bu tür bir stratejinin mevcut olduğu ülkelerde ise çok daha fazlası yapılmalıdır.
Birleşik Krallık’ta yurtiçinde gelişen terörizmin (7 Temmuz’daki bombalama olayları gibi) tekrar patlak verme olasılığı son derece yüksektir.
Birleşik Krallık’ta terörizm sorunuyla henüz tam olarak başa çıkılamadığını görmek için Yemen’e dini eğitim almak üzere gittikleri bildirilen ancak İslami militanların yanında savaşırken öldürülen iki Müslüman İngiliz vatandaşı örneğine bakmak yeterlidir.
Bu haber emniyet ve istihbarat başkanı Jonathan Evans’ın açıklamalarıyla aynı zamana tesadüf etti. “Birleşik Krallık’ın El Kaide bağlantılı terörist faaliyetlerin tehdidi altında olmaya devam ettiğini” söyleyen Evans, bu tür faaliyetlerin Yemen, Somali, Suriye ve Libya’da artmakla beraber Pakistan ve Afganistan’da düşüş gösterebileceğini sözlerine eklemişti.
Arap dünyasındaki ayaklanmalar memnuniyetle karşılanmalıdır; bu hareketlerin Orta Doğu’da yeni bir demokrasi çağı başlatacağı umulmaktadır. Ancak bu olayların dışarı taşmasının yaratacağı potansiyel tehlike de dikkate alınmalıdır. Artan istikrarsızlık ve güvenlik boşluğu bu ülkelerde cihatçılığın diktatörlere karşı yürütülen meşru direnişle birleşmesine neden olabilir.
El Kaide’nin artık bir tehdit olmaktan çıktığı görüşü geçen Mayıs ayında Usama Bin Ladin’in öldürülmesiyle perçinlendi. Ancak ABD’de yaklaşan seçimlerin bir kez daka “görevimizi tamamladık” şeklinde bir mesaj yönünde baskı oluşturmasına rağmen El Kaide’nin Bin Ladin’in ölümünden beri hayattayken olmadığı kadar çok şey başardığı unutulmamalı. Bugün Bin Ladin’in atalarının yurdu olan Yemen ve Kuzey Mali bölgesinin tamamı El Kaide ile bağlantılı örgütlerin kontrolleri altında. Bu örgütler Somali’deki İslami Shabab hareketiyle ittifak halindeler ve Sahra altı Afrika’da Sahel bölgesine hakim durumdalar. Bu da eğitim amacıyla yeni güvenli yerlere seyahati kolaylaştırıyor.
Arap dünyasındaki ayaklanmalar memnuniyetle karşılanmalıdır; bu hareketlerin Orta Doğu’da yeni bir demokrasi çağı başlatacağı umulmaktadır. Ancak bu olayların dışarı taşmasının yaratacağı potansiyel tehlike de dikkate alınmalıdır. Evans'a göre, artan istikrarsızlık ve güvenlik boşluğu bu ülkelerde cihatçılığın Libya ve Suriye’de olduğu gibi diktatörlere karşı yürütülen meşru direnişle birleşmesine neden olabilir.
Afganistan’daki cihatcılık faaliyetleri nasıl global çapta beklenmeyen sonuçlar doğurmuşsa, Batılı Arap gençlerin diktatörlere karşı çarpışmak kisvesi altında Suriye’ye gitmelerinin de oralarda dinledikleri cihatçı öykülere kapılmaları ve geri dönerek “cihat” fikrini ülkelerine aşılamaları gibi beklenmedik sonuçları olacaktır. İlginçtir ki uluslararası toplumun Yemen, Suriye ve hatta komşuları Irak’ta ne kadar başarısıza oldukları düşünülürse bu iki ülke içinde bu gibi “alternatif” hikayelerin yayılma olasılığı da o kadar fazladır.
Dolayısıyla Evans’ın iki yıl önceki konuşmasında söyledikleri şaşırtıcı değildir. Karşımızdaki tehditlerin “gerek coğrafya gerekse içerdiği beceriler açısından” çok çeşitlilik gösterdiğini belirten Evans, “terör tehdidinin çok büyük olduğu bir bölgede Olimpiyatların güvenli biçimde yapılabilmesinin ne kadar büyük bir sorun olduğunu unutmamalıyız,” demişti.
Bu nedenle Londra’da 7 Temmuz bombalama olayının ülkenin Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği başvurusunun onaylandığı güne rastladığı unutulmamalıdır. Olimpiyat oyunları sırasında yapılacak bir saldırının sembolik açıdan önemi içerdiği sembolizm gerek aşırı dinciler gerekse bizler tarafından gayet iyi anlaşılacaktır. Odak noktası Londra ve Olimpiyat oyunlarının gerçekleştiği mekanlar olacağı için Birleşik Krallık olağanüstü hassas bir konumda olacaktır. Böyle bir zamanda Birleşik Krallık’ın herhangi bir yerinde meydana gelecek bir saldırı da manşetlerde yerini alacaktır. Kılıçlardan çivi tabancalarına, ev yapımı bombalardan geleneksel silahlara kadar, öldürücü ve kolayca gizlenebilen her hangi bir silah kullanılabilir.
Temmuz 2012’de Londra’da Olimpiyatlarla ilgili olmayan bazı tutuklamalar yapılmıştı. Burada konu bir teşebbüste bulunulup bulunulmayacağı değil, ne zaman bulunulacağıdır. Olimpiyatların güven içinde geçebilmesi için güvenlik güçlerimizin ve polisin bizim desteğimize ihtiyaçları vardır. Bu herkesi ilgilendiren bir konudur, sadece başarılı bir saldırının sıradan Müslümanlara karşı yaratacağı tepkiden dolayı değil.