Patrick Stephenson, Jules Stewart’ın “Red Snow” adlı kitabını inceliyor. Kitap 200 yıl önce “İngilizlerin Afganistan’daki ilk yenilgisi”nden alınacak dersleri anlatıyor.
Askerlerin eski bir sözü vardır: “Amatörler stratejiden, profesyoneller lojistikten söz ederler.” Askerler bu sözleri lojistiği bir kenara atıp sadece strateji üzerinde odaklanan sivil liderleri iğnelemek için kullanırlar.
Ancak demokratik toplumlarda ulusal askeri güçleri sivil liderler yönlendirir. Bu nedenle ortaya çıkan sivil-asker çekişmesi sık sık rastlanan, bilindik bir olaydır. Jules Stewart’ın bu eğitici kitabın “Red Snow” da Birinci Afgan Savaşı ve İngilizlerin Indus ordusunun yok edilişi anlatılıyor.
Bu facianın çıkış noktası Rusların Orta Asya’da artan nüfuzu ve bunun Britanya’nın Hindistan kolonisi için bir tehdit oluşturacağı korkusuydu. Bu korku yersiz değildi. Çar’ın orduları Afganistan sınırına kadar dayanmışlardı ve bölge toprakları üzerinde büyük emelleri olan İran Şahına askeri yardımda bulunuyorlardı.
1838’de Rus danışmanların desteklediği İran ordusu Afganistan’ı istila etti ve Herat’ı kuşattı. Bu kuşatmanın Rusların Afganistan’ın tümünü ele geçirmesini kolaylaştıracağı ve bir sonraki adımda Rus ordularının Indus Nehrine dayanacakları düşünülüyordu. Genel olarak İngilizlerle dostane ilişkiler yürüten Dost Muhammed iki arada kalmıştı ve hangi tarafa destek vereceğini bilemiyordu.
O tarihteki Hindistan Genel Valisi Earl of Auckland bu karasız tutumu ve Herat kuşatmasını Dost Muhammed’i tahttan indirmek için bir gerekçe olarak kullandı ve yerine daha önce görevden alınmış olan ve daha yumuşak başlı bir kişiliği olan ve Emir Şah Shuja’yı getirdi. Bu da Afganistan’ı bir kukla devlet haline getirdi.
Eğer ortada düşman yoksa, bir düşman yaratılmalıdır; eğer düşman varsa, oluşturduğu tehdit abartılmalıdır.
1 Ekim 1938’de Auckland savaş gerekçelerini Simla Manifestosuyla ortaya koydu. Bu belge gerçeklerin çarpıtıldığı, düzmece bilgilerle doluydu. Bunların arasında Dost Muhammed’in Ruslarla taraf olduğu gibi asla doğru olmayan iddialar da bulunmaktaydı.
Auckland’ın Herat’ın İran tarafından kuşatılmasının Rusya’nın Afganistan’ı kuşatması ile aynı anlama geldiği ve dolayısıyla İngilizlerin Afganistan’ı almasının kaçınılmaz olduğu yönündeki iddialarının altı çizilmeli. Auckland’in yaptığı bu analiz aslında uzak ve çözümlenebilir bir sorunu bir ülkenin varlığına yöneltilmiş acil bir tehdit haline getiriyordu. Bu çarpık muhakeme Afganistan’ı koruma amacını Afganistan’ı istila etme azmine dönüştürdü.
Simla Manifesto’sunun çoğu asker olan yaratıcılarının sayısı bir hayli kabarıktı. Çabuk öfkelenen ve sık sık üstleriyle tartışan, ama son derece yetenekli bir asker olan Sir Henry Marion Durand şöyle yazıyor: “Rusya’nın gücü ve entrikalarına karşı duyulan abartılı korku … Kandahar ve Indus karşısında … Herat’a tamamiyle hayali, orantısız bir önem kazandırıyor….”
Lord Salisbury temel sorunu şöyle anlatmış: “ Ya Rusların varlığına hiç inanmazsınız, ya da gelecek yıl Kandahar’da olacaklarına inanırsınız. Kamu oyu havada kalmış, belirsiz durumları kabul etmez.”
Lord Salisbury bu sözleriyle demokratik savaşların somut ve acımasız düşmanlar gerektirdiğini kabul etmişti. Eğer ortada düşman yoksa, bir düşman yaratılmalıdır; eğer düşman varsa, oluşturduğu tehdit abartılmalıdır.
Savaş taraftarlarının birbirini karşılıklı destekleyen görüşleri açısından mutlak bir gerçek olan “yetersiz istihbarat” görüşü de burada önemli bir oynamış. “Siyasiler” çoğu zaman Afgan siyasi hayatının temelini oluşturan aşiretler arası ittifakları tam olarak anlayamamışlardır. Ayrıca, bölgenin coğrafyası da – özellikle uzun bir hat oluşturan askeri birliklerin keskin nişancıların atışlarına açık oldukları dağlık arazi yapısı - da İngilizler’in aleyhineydi.
Ayrıca, Afgan halkının Shuja Şahın tekrar tahta getirilmesinden memnuniyet duyacağı sanılıyordu. İşler tam da öyle değildi. İngilizler Kandahar’ı aldıktan sonra Özel Elçi Sir William MacNaughten, Auckland’e Afgan halkının “İngilizleri kurtarıcıları olarak karşıladıkları”nı söyledi. Bu sözler hakikati bir miktar yansıtsa dahi Afgan halkının işgal kuvvetlerine karşı duyduğu öfkeyi hafife alıyordu.
Savaş taraftarları modern savaşı adeta “Riziko” oyunu olarak algılıyorlardı.
Daha da önemlisi, Dost Muhammed’in Ruslarla bir ittifaka girmeyi ciddi olarak düşünmüş olduğuna dair neredeyse hiçbir kanıt yoktu. İngilizlerin karşılaştıkları zorluklar dikkate alınırsa, koskoca bir Rus ordusunun Afganistan’dan Hindistan’a kadar yürümesi ihtimali tartışma götürür. Savaş taraftarları modern savaşı adeta “Riziko” oyunu olarak algılıyorlardı: taşlarını yürüt, geldiğin yer taşının rengindeyse orası artık senin toprağındır. Bu, ikmal hattı ve yerli halkın duyguları gibi banal düşüncelerden arındırılmış, son derece idealleştirilmiş bir bakış şekli – aynı zamanda son derece amatörce bir bakış açısı.
Indus ordusu Afganistan’a doğru ilerlerken, İranlılar Herat kuşatmasını kaldırarak geri çekildiler. İşte bu noktada işin işine yalanlar karışıyor. Savaş nedeni olarak ileri sürülen gerekçe artık ortadan kalkmış olmasına rağmen İngilizler ilerlemeye devam ettiler. Artık barış ilan edilemezdi zira çok para harcanmış ve çok fazla sayıda asker seferber edilmişti. Sonuçta bizzat savaş, savaşın gerekçesi haline gelmişti.
Bu nedenle İngilizlerin Kabil’i oldukça kolay bir şekilde işgal etmeleri ilginçtir. Artık sorun savaş değil, savaşı takip eden barıştı.
Gerek yerli halkın ayaklanmasından, gerek başarısız liderlikten dolayı Kabil, işgalci Indus Ordusu için yaşanmaz bir yer haline gelmişti. 5,000 Avrupalı ve Hintliden oluşan Indus Ordusu Kabil’den Celalabad’a çekilirken tamamen yok oldu.
Stewart stratejist, taktikçi, tarihçi, ve ölü gömücü rollerini üstleniyor ve bu roller arasında başarıyla gidip geliyor. Bu arada dönemin politikaları ile ilgili belgeleri savaş alanının ayrıntılarıyla dengeliyor. Bu birinci sınıf bir siyasi anlatım: tarihi bir olayı naklederken satır arasında bugün yapılan hataları azarlayan bir üslubu var.
Stewart’ın bu çalışması gecikmeli de olsa, bizlere sivil amatörler generallerini dinlemediği zaman, veya generaller sivil üstlerini kırmamak için mütereddit davrandıkları zaman ortaya çıkabilecek tehlikeleri bir kez daha hatırlatıyor. Öyle görünüyor ki bazı dersleri hiç öğrenmemekte kararlıyız.